Urve tu’bnu Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor: “Ben, diyor, Hz. Aişe (radıyallahu anha)’ye şu ayetten sordum: “Öyle ki, peygamberler ümidsizliğe düşüp, yalanlandıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir” (Yusuf 110).
-Bu ayette geçen bir kelime küzzibû şeklinde şeddeli mi okunmalı, küzibû şeklinde şeddesiz mi okumalı? dedim. Bana: “Onları kavimleri yalanladı” diye cevap verdi.
Urve der ki: “Öyle ise, yemin olsun, onlar kesinlikle bildiler ki, kavimleri kendilerini tekzib etmiştir, (böyle okununca) “tekzib edildikleri zannına düştüler” diye bir mana verme ihtimali kalmaz” dedim. Hz. Aişe: “Ey Urvecik, öyledir. Peygamberler bu hususta kesin kanaate vardılar!” dedi. Ben tekrar: “Ama ayet belki de “küzibû” diye okunmalı” dedim. Cevaben: “Allah korusun, peygamberler, Rableri hakkında böyle bir zanna düşmezler” dedi.
Ben tekrar: “Bu ayet nedir? (kimlerden bahsediyor?)” diye sordum.
Cevaben: “Onlar peygamberlerin kendilerine tabi olan adamlarıdır, bu kimseler Rablerine inanmış, peygamberlerini de tasdik etmişlerdir. Ancak maruz kaldıkları bela uzamış, Allah’tan onlara gelecek yardım da gecikmiştir. O kadar ki, kavimlerinden kendilerini tekzib edenler sebebiyle peygamberler ümidlerini kestikleri ve artık etbalarının kendilerini tekzib ettiği zannına düştükleri bir anda Allah’ın yardımı onlara ulaşmıştır. (İşte ayet-i kerimede bu durumdaki peygamberler ve onların etbaları kastedilmektedir.)”